Sevgili Gençler!
Mü’min, kelime olarak “inanan, iman eden ve bir şeyi tasdik eden kimse”dir.
İslami bir terim olarak mü’min, ‘Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere inanan kimseye verilen isimdir.
Mümin, Allah’ın yarattıklarını Allah için sever.
Yunus Emre’nin diliyle, “Yaratılanı sev, Yaratan’dan ötürü”. Yaratılanları sadece Yaratan yani Allah için sever.
Kur’an-ı Kerim, imandan yoksun olan kalpleri, taşa benzetmektedir. Hatta taşı bile, imansız kalplerden daha üstün kabul etmektedir. Kısaca imandan yoksun olan bir kalp, taştan daha katıdır.
İnanan insan (mü’min), aynı zamanda ahlaklı, dürüst, güvenilir ve hoşgörü sahibidir.
Mü’min, şuurlu bir insandır.
Kendisini yoktan var eden ve sayısız nimetler ihsan eden Yaratıcı’ya ve O’nun Resulü Hz. Muhammed(s.a.v)’e iman eden akıllı bir insandır.
Sevgili Gençler!
Mü’min, örnek bir insandır, iffetli, hayalı, namuslu ve merhametlidir. Başkasının malına, canına kötü gözle bakmaz.
Zulüm ve işkenceyi asla kabul etmez. Haksızlığa, yolsuzluğa, vurgunculuğa, karaborsaya kesinlikle razı olmaz. İnsanlığı hatta devletleri felakete sürükleyen, ocakları söndüren, yuvaları yıkan, insanların hayatını karartan faiz illetinden şiddetle kaçınır.
Mü’min, ahlak dışı hiçbir harekette bulunmaz. Kötü söz söylemez.
Mü’min, gıybet, yalan, iftira, dedi-kodu, riya, gurur-kibir gibi manevi hastalıklardan kendisini korur.
Mü’min, güzel huylu ve tatlı dillidir.
Nefsine mağlup olup Allah’ın haram kıldığı işleri yapmaz. Çünkü Allah’tan korkar. Peygamberden utanır ve meleklerden teeddüp eder.
Mü’min, daha bu fani dünya hayatında bile Cennet Hayatı yaşar. Çünkü onun örneği ve rehberi alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v)dir.
Mü’min, yaptığı işleri desinler diye değil, sadece Allah rızası için yapar. İbadetlerine riya karıştırmaz. Hiç kimseyi arkasından çekiştirmez. Ebedi hayatı düşünür ve ona göre hareket eder. Bu dünya hayatında yaptıklarının bir bir hesabını vereceğini düşünür ve ona göre hareket eder.
Mü’min, inandığı İslam davasına sahip çıkarak, bu kudsi dava uğruna gerektiği anda canını feda eder.
İslam düşmanlarıyla fikirde, düşüncede, yaşayışta ve savaş meydanlarında en güzel bir şekilde mücadele eder.
Mü’min, Allah’ın emirlerini harfiyyen yerine getirmeye ve yasaklarından da şiddetle kaçınmaya çalışır.
Mü’min, komşusuna zarar vermez. Onun iyiliğini ve hayrını ister. Komşusu hastalandığında onu ziyaret eder.
Başına bir bela, bir musibet geldiğinde veya bir sıkıntıya düçar olduğunda yardımına koşar.
Öldüğünde cenazesine katılır. Tek kelime ile İslami anlamda komşuluk münasebetlerine dikkat eder.
Mü’min, ilme âşıktır.
Maddi ve manevi ilimler öğrenmek için bütün imkanlarını seferber eder. Fen, teknik, sanat ve ticaretle uğraşırken, manevi ilimleri de ihmal etmez. Yalnız Allah’a el açar. Yalnız O’na güvenir. O’na dayanır ve yalnız O’ndan yardım diler.
Mü’min, en büyük huzurun ibadette, en büyük saadet ve mutluluğun İslam’ı yaşamakta olduğunu bilerek Allah’a karşı kulluk nişanesi olarak günde beş vakit namazını muntazam olarak kılar.
Kur’an okuyarak, ibadet ve dua ederek İlahi nur, feyiz, rahmet ve mağfiret deryasından nasip alır.
Mü’min, insanlığın kurtuluşu, hiddayeti, saadet ve selameti için çalışır.
Terör olaylarından kesinlikle uzaktır. Teröristlere, vatan hainlerine asla yardım ve yataklık yapmaz. Çünkü o çok iyi bilir ki “Vatan sevgisi imandandır”.
İnancını, fikrini, düşüncesini, idealini ve davasını başkalarına zorla kabul ettirmeye kalkışmaz. Çünkü çok iyi bilir ki, “Dinde zorlama yoktur “.
Mü’min, tahripkar yani yıkıcı değil, tamirkar yani yapıcıdır.
Mü’min, düşman değil, gerçek dosttur.
Mü’min, zalim değil âdildir.
Mü’min, cimri değil daima cömerttir.
Mü’min, korkunç ve nefret edilen bir tip değil sevilen ve sayılan bir insandır.
Mü’min, zalimden değil mazlumdan, haksızlıktan değil, haktan ve haklıdan yanadır.
Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimizin şu Hadis-i Şerif’ini kendine rehber kabul edip ona göre hareket eder.
“Hiç biriniz kendisi için arzu ettiğini, kardeşi için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz” (Buhari ve Müslim’in İttifak ettikleri Hadisler, C.1, H.No:28)
Sevgili Gençler!
Mü’min, haksızlığa asla göz yummaz. Rıza göstermez.
Tek kelime ile Mü’min Allah’ın yap dediğini yapar, yapma dediğinden şiddetle kaçınır.
Böylece mü’min, hayatını iman ile hayatlandırır ve salih amellerle zinetlendirir.
Mü’min hiç kimsenin karşısında eğmediği başını yalnız Allah’ın huzurunda eğer.
Allah’ın yüce kuvvet ve kudreti karşısında âcizliğini, ve kulluğunu idrak ederek ibadet eder, secdelere kapanır.
Bu konuda Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı verirler. Ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeler) hariç. (Bunlarla beraberliklerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. İşte asıl bunlar varis olacaklardır. (Evet) Firdevs’e (cennete) varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar.” (Mü’minun Suresi, Ayet: 1…11)
“Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını arttıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar, namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimsedir.” (Enfal Suresi, Ayet:2-3)
“Onlar (mü’minler), büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar. Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar. Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.” (Şura Suresi, Ayet: 37…39)
Kelime-i Şehadeti dili ile söyleyip kalbi ile tasdik eden bir kul; iman şurubunu yudumlamış, iman libasını giymiş, iman gözlüğünü takmış, tek kelime ile “mü’min” olmuştur.
Bu fani dünya hayatı, bir imtihan yeridir. Burada yapılan iyilik ve kötülüğün karşılığı ahret yurdunda belli olacaktır. Kazanılan sevap ve günahın muhasebesi orada yapılacaktır.
Böyle olmayıp da, yapılan işlerin mükâfat ve mücazatı bu fani dünya hayatında görülse idi; ebedi hayatın bir kıymeti kalmazdı.
İşte bunun için Cenab-ı Hak, zaman zaman Peygamberler ve semavi kitaplar göndererek doğru ile eğriyi, Hak ile batılı, güzel ile çirkini, sevap ile günahı bildirmiştir.
Cenab-ı Hak, nefsi arzu ve isteklerini bir yana iterek, kötülüklerden kurtularak, günahlardan arınarak, hayatını iman ile hayatlandıran ve Salih amellerle ziynetlendirenlere çok büyük mükâfatlar ihsan edeceğini haber veriyor.
Orada dünya hayatında olduğu gibi kavga yok, gürültü yok, anarşi yok, huzur bozucu hiçbir şey yok. Orada maişet temin etme korkusu ve zahmeti de yok. Ebedi olduğu için insanda bir huzursuzluk da yok.
Orada dedi-kodu, gıybet, yalan, iftira, tek kelime ile kötülük ve suç olan hiçbir şey yoktur. Cennette huzur var, mutluluk var. Ebedi olan bir saadet var. Selam ve selametlik var.
Hep mübarek insanlar… Hep nurlu zatlar… Peygamberler, veliler, şehidler, Salihler, abidler, zahidler ve tüm Müslümanların oluşturduğu inananlar topluluğu… Cennet ehli. Herkes ameline göre cennet nimetlerinden istifade edecek…
Bir insan, dünya hayatında maddi olarak yükselse, villalarda, saraylarda otursa böyle daimi bir saadet ve mutluluğa kavuşabilir mi? İmkânsız. Çünkü dünyadakiler yok olmaya mahkûmdur, cennettekiler ise, ölümsüzdür.
İşte cennette böyle mükâfatlar var. Böyle nurlu bir yaşayış var. Orada aksırmak, sümkürmek diye bir şey yok. Bunlar dünyaya ait şeylerdir. Tiksindirici şeyler yoktur cennette.
Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Cennet ehli cennete girdiklerinde bir münadi şöyle nida eder:
-Şüphe yok ki, siz (cennette) ebedi yaşayacak ve hiç ölmeyeceksiniz. Hastalanmayacak ve daima sıhhatli bulunacak; ihtiyarlamayacak, ebedi genç kalacaksınız. Sonsuz nimetlere mazhar olacak ve hiçbir zaman hüzün ve keder görmeyeceksiniz.” (Riyazu’s Salihin, C.3,S.406)
İşte cennette böyle nimetlere sahip olabilmek; bu dünya hayatında Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek ve İslam’ı en güzel bir şekilde yaşamakla mümkündür.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Biriniz İslam(i görevler)ini güzel yaparsa işlediği her güzel (ve hayırlı) iş kendisi lehine, on mislinden yedi yüz misline kadar(sevap) yazılır. İşlediği her kötülük de misli kadar yazılır.” (Sahih-i Buhari, C.1,S.16)
Sevgili Gençler!
Cennet ve Cemalullah ile müşerref olarak sonsuz mutluluğa erişmek; Allah Resulü’nün yolundan, izinden yürümek ve O’nun Sünnet-i Seniyyesi’ne sımsıkı sarılmakla mümkündür.
Özet olarak diyorum ki;
Kurtuluş, huzur, saadet ve mutluluk imandadır.
Hüsran, felaket, bela ve musibet ise küfürdedir